Evet, New York her zaman iyi bir fikir. Bu düşünceye, şehrin kaosunun içindeki düzeni görünce karar veriyorum. Bu şehir hızlı, bu şehir uyumuyor, bu şehir karmakarışık ama nasıl başarıyorsa düzen içinde bir karmaşa yaşıyor. Her kimliğin, her ruh durumunun kendine uygun bir sığınağı var New York’ta. Herkes kendi halinde, herkes kendi küçük dünyasının başkahramanı. New York’u tam anlamıyla New York yapan Manhattan adası yüksek binaları, ara sokaklarda nefes aldıran 3-4 katlı townhouse’ları, bu kadar yüksek irtifaya rağmen yeşil alana her zaman yer açan parklarıyla yaşanabilir şehirler olabildiğini gösteriyor. Büyük şehirlerimizde yeşile hasret kaldığımızı göz önüne alırsak, her park bizim için bir cennet parçası kadar değerli oluyor tabi. Yeni bir yeri keşfetmenin en güzel yolu yürümektir ve Manhattan adası sanki bunun için yaratılmış! Manhattan’ın sokak ve cadde düzenlemeleri ve düz ayak olması tüm gün boyunca yürümenizle ve yorulduğunuzu anlamamanızla sonuçlanıyor. New York'ta ne yapılır? sorusuna verilecek onlarca farklı cevap var. Herkesin beğenise uygun bir seyahat rehberi çıkarabilirsiniz bu şehirde.
Evet, New York hakkında yazmak istediğim onlarca yazı var ama ilk yazı beni kendine hayran bırakan bir moda sergisi hakkında!
Central Park sınırları içinde olan Metropolitan Museum’daki (kısaca MET) “China: Through the Looking Glass” sergisi nefes kesici. 1946 yılında başlayan Metropolitan Museum of Art’ın Kostüm Enstitüsü sergisi artık bir moda geleneğine dönüşmüş. Bu yıl müzenin kapıları Çin kültürünün moda üzerindeki etkisini anlatan China: Through the Looking Glass sergisi için açıldı. 16 Ağustos tarihine kadar devam eden sergide, Çin tarihi ve kültürünün dünya modasındaki etkisini görebilirsiniz. Dünyanın en eski medeniyetlerinden biri olan Çin’in Batı modasındaki estetik etkisini ve asırlardır nasıl bir moda hayalini taşıdığını gösteren sergide Çin porseleninden, çiçek motiflerine kadar aklınıza gelmeyecek detayların moda dünyasında nasıl hayat bulduğunu görmek, itiraf etmeliyim biraz şaşırtıcı oldu benim için.
Bir filmde görülen ejderha motifinin büyüleyici bir gece elbisesini yaratmış olması, Çin alfabesinin bir döpiyese hayat vermesi sadece bana mı ilginç geldi yoksa benimle birlikte sergiyi dolaşan herkes aynı heyecanı paylaştı mı bilemiyorum tabi. Özellikle, Vivien Tam’ın 1995 İlkbahar/Yaz kreasyonunda yer verdiği komünist lider Mao’nun fotoğraflarıyla kaplı elbise çok çarpıcı! Moda tarihini – tabi ki internet hayatımıza girmeden önce- etkileyen en önemli etmenler arasında yer alan filmlerin önemini sergide dönen videolar sayesinde çok daha iyi kavradım. Burada, Los Angeles doğumlu olan aktris Anna May Wong’u (1905-1961) bir kez daha saygıyla anımsayalım. İlk Çin asıllı Amerikalı aktris unvanı olan Wong Batı modasına yeni fikirler, yeni bakış açıları kazandırmış. Sergide Tom Ford, John Galliano, Yves Saint Laurent, Ralph Lauren, Jean Paul Gaultier ve Christian Dior gibi moda devlerinin imzalarını taşıyan elbiseleri ve esinlendikleri kültürel, tarihi imgeleri açıklamalarıyla veriliyor. Ben de bir moda gurusu ya da tarih uzmanı olmadığım için bu bütünlük sayesinde Asya kültürünün Batı’da yarattığı büyük etkiyi anlayabildim.
Bir küçük paragraf da, bu sergiyi bu kadar çekici kılmayı başaran dekora ayrılmalı diye düşünüyorum. Siyah lakenin asil ve gizemli görüntüsü, koyu kırmızı detayların şehveti her elbiseyi daha büyülü bir şekilde göstermeyi başarmış. Bir ara, kendimi geleneksel Çin bahçelerinden birine ışınlanmış gibi hissettiğimi söyleyebilirim.
Son olarak MET, yer verdiği bu sergiyle moda ve sanat arasındaki uçurumu kapamaya çalışmış ve bence hedefine de ulaşmış. Ayrıca bu sergi, artık bir basmakalıp olan “Moda, sanat mıdır?” sorusunun çok ötesine geçiyor.