Her yerin kendine özel bir dönemi, yılın en güzel ve keyifli olduğu zamanları vardır. Yaz mevsimine resmi olarak adım attığımız şu günlerde taze öneriler, yurtiçi ve yurtdışı seyahatleri için yeni fikirler için tam da zamanı! Deniz sevenlere de kış aylarının soğuğunda gitmeye çekinilen şehir önerilerine de yer verdik.
Bu ayki önerilerimize Türkiye’den başlayalım. Yaz ve eğlence deniyorsa akla ilk gelen yerlerden bir tanesi İzmir’in son 10 yılda hızlı bir yükselişe geçen mahallesi Alaçatı. Eski taş evlerinin bir bir restore edilmesiyle dekorasyon dergilerine taş çıkaran tasarımların ortaya çıktığı Alaçatı evleri, kendinizi evinizdeymiş gibi hissettiğiniz butik otelleri daha sadece bir başlangıçtı.
Her damak tadına uygun “fine dining” restoranları, meyhaneleri, eğlence peşinde olanları hiç mutsuz etmeyen farklı gece kulübü ve barları, tasarım butikleri ise bu güzelliği tamamladı. Yaz sezonu dendi mi adım atılacak yer kalmayan Alaçatı’da hem sıcağı ve hareketliliği yaşamak hem de aşırı kalabalık olmadan bir tatil yapmak için en iyi fırsat!
Alaçatı’dan güneye devam edelim. Güney sahilleri çoktan yaza merhaba dedi gerçi ama hem deniz, hem doğa hem de sakinlik isteyenler için Gökova Körfezi’nin ucuna usulca ilişen Akyaka doğru bir öneri olacaktır. Ege'nin gizli hazinelerinden bir tanesi olan Akyaka, “yeryüzünde cennet varsa, neresi?” sorusuna verilecek en güzel cevap! Özellikle arabayla yüksek dağları geçip, deniz seviyesine doğru kıvrılarak inerken göreceğiniz manzaralardan sonra bu cennetin varlığından emin oluyorsunuz.
Bir tarafı yemyeşil, diğer tarafı mavinin tonlarını taşıyan Akyaka telaşsız, koşuşturmasız bir hayat en azından birkaç gün arzulayanlar için nasıl desem gerçek bir hediye. Bir bisiklet kiralayın bu küçük mahalleyi dolaşın. Gürültüyü, kargaşayı unutun. Çirkin yapıları bir süreliğine şehirde bırakın. Her oturduğunuz sofrada bölgede yetiştirilen taze ürünlerin, yemeklerin tadına varın. Kristal mavisi denizin o duru görüntüsünü de hafızanıza kazıyın.
Ülke sınırlarından çıkıp, şehir seyahati planları yapıyorsanız size ilk önerimiz Stockholm. 13. Yüzyıldan beri İskandinavya’nın kültürel, politik ve ekonomik merkezi olan İsveç’in başkenti Stockholm’ü yaz aylarında tercih etmemizin sebebi tabi ki ısınan havalar ve uzayan günler. Kuzeyin sert geçen kış aylarının yerini daha ılıman bir havada ziyaret etmeyi uygun gördüyseniz şimdi Stockholm’ün tam sırası.
Her zaman olumlu olabilen, bir taş parçasından bir eser yaratabilen, sokaklarında güven ve eğlenceyi eksik etmeyen Stockholm’un hem yeniliğe açık hem de kasiklerini koruyan bir ağırlığı var. Şehirde galeri, müze, güzel mimari görmek istiyorsanız, tasarıma önem veriyorsanız, restoran ve barlarında keyifle zaman geçirmek istiyorsanız bu destinasyon tam size göre.
Biraz tarih, biraz doğa, bolca şarap önerisi geliyor… Fransızlar için yeni bir keşif olmasa da dünya turizmine yeni yeni ısınan Bordeaux Bölgesi ve Bordeaux şehri, Fransa'nın " art de vivre" -yaşam sanatı"- akımının en güzel örneklerinden. Güney Fransa'nın bu tarihi ve elegan şehrinin dokusu kadar aynı adı taşyıan Bordeaux Bölgesi'nin üzüm bağları ve şarapları da bir o kadar değerli. Fransa'nın en kıymetli iki şarap bölgesinden biri olan Bordeaux, dünya şarap sektörünün de asıl yıldızları arasında.
Ortaçağ karakterini ve zenginliğini olduğu gibi yansıtmaya devam eden Mérignac, Pessac, Médoc, Saint-Émilion bölgeleri görkemli şatoları ve üzüm bağlarıyla masallardan fırlamış gibi. Fransa'nın en lezzetli şaraplarının üretildiği bu bölgenin mutfağı da en az şarapları kadar iddialı. Gurme tatları, Güney Fransa mutfağının incelikleriyle her restoranda, şarküteride bir ziyafet çekmeniz kaçınılmaz.
Hazır Avrupa önerisi yapmışken, rotamızı iyice güneye çevirip, İspanyol ve Arap etkileriyle yoğrulmuş Sevilla şehrine gitmek güzel bir fikir olabilir. Endülüs’ün başkenti olan Sevilla’da göreceğiniz mimari, tarihi doku, sokaklarındaki atmosfer, restoranlarındaki lezzet gerçekten bir başka. İspanya’da bir şehir düşünün ki aynı anda hem Arap, hem Osmanlı, hem Afrika hem de Gotik, Barok ve Rönesans izlerini bir arada yaşatıyor.
Tarih boyunca farklı kültürler ve güçler arasında el değiştiren, her kültürün bir parçasını taşıyan Sevilla’nın sokaklarında dolaşıp, binalarını gezerken günümüzden uzaklaşıp, zamansız bir boyuta geçtiğinizi düşünebilirsiniz. Her ne kadar en ideal seyahat zamanı Mart-Mayıs ayları arasında olsa da henüz aşırı sıcaklar basmadan, Haziran ayının ilk döneminde Sevilla’ya gitmek için geç sayılmaz!