İstanbul'da Tarih ve Sanat Dolu Bir Haftasonu

Geçmişle bugünü aynı zaman dilimindeymiş gibi yaşayan İstanbul’da, öğrenecek ve görecek güzellikler asla bitmez.

 

Geçmişle bugünü aynı zaman dilimindeymiş gibi yaşayan İstanbul’da, öğrenecek ve görecek güzellikler asla bitmez. Bu kez Tophane - Karaköy - Galata hattında kısa bir keşfe çıkıyorum.

Kabataş’tan tramvaya binip İstanbul’un tarih kokan sokaklarına doğru bir yolculuğa çıkıyorum. İlk durağım Tophane - i Amire’deki Joan Miró Sergisi. Sergiden bahsetmeden önce kısaca Tophane - i Amire’nin tarihinden bahsetmek istiyorum.

15.yüzyılda Bizans döneminde kurulan Tophane - i Amire, Fatih sultan Mehmet’in İstanbul’u n fethinden sonra Osmanlı donanmasının en önemli merkezlerinden biri olmuş. Özellikle 1850’li yıllardan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda silah sanayisinin kalbi olan bina, 1900’lü yıllarda bir süre eğitim merkezi olarak kullanılmış. Bugün, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi olarak bilinen bu tarihi askeri binada 19 Ocak 2014 tarihine kadar Joan Miró’nun tüm dünyada ses getiren eserleri sergileniyor.

1

Joan Miró, Katalonya'nın başkenti Barcelona'da, 1893 yılında anaatkâr bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Sanat eğitimini tamamladıktan sonra çalışmalarına ağırlık veren Miró, sanatçı ruhuyla Paris'e gitmiş, burada Picasso ile tanışmış ve 1936 yılına kadar hayatını Paris - Barcelona arasında sürdürmüş. Eserlerinde Katalan kimliğini ve siyasal kişiliğini, kendiyle olan iç çatışmalarını yansıtan Joan Miró, eserlerini şöyle açıklar: ' Ressam bir şair gibi çalışır, önce kelime, sonra düşünce.' Miró’nun eserlerini incelediğinizde, nitelikleri ortaya çıkartmanın ve hayal dünyasını özgür kılmanın yeni yollarını bulan bir ressamla yüzleşiyorsunuz. Tarihi bir binada, 21. yüzyılın en önemli ressamlarından birinin tablolarını seyredaldıktan sonra, ikinci rotamız olan Karaköy’e doğru yürüyorum.

Son yıllarda tasarım dükkanları ve şık restoranlarıyla adından söz ettiren Karaköy’ün görkemi çok ama çok eskilere dayanıyor...

Asırlar boyu tarihin en önemli limanlarından biri olan Karaköy'de yalnızca civarda yaşayanların dahil, buradan geçen her kültürün izini bulmak mümkün. İspanyol Engizisyonu’ndan kaçan Yahudilere ev sahipliği yapmış,19. yüzyıl sonlarından itibaren Osmanlı’nın finans merkezi olmuş, 1917 Bolşevik Devrimi’nden kaçan Beyaz Ruslara kapılarını açmış olan Karaköy'ün ihtişamı aslında detaylarında saklı.

2

Meydanı, liman bölgesi, caddeleriyle tarihi bir elmas niteliğinde olan Karaköy, hikayeleriyle sizi şaşırtmayı başarıyor. Karaköy’ün arka sokaklarından birine gizlenmiş olan Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin kuruluş hikayesi epey ilginç. 1840 yılında Panayia Kafatiani tarafından inşa edilen ve Fener Rum Patrikhanesi’nin gücünü azaltmak için Atatürk’ün isteği üzerine kurulan kiliseye bugün mensup olan sadece bir aile var.

Buradan istikamet Liman Bölgesi... Neoklasik mimarinin en güzel eserlerinden biri olan T.C. Ziraat Bankası binası, eklektik bir stili olan Deniz Yolları Binası ve Yeraltı Camii’sini gezdikten sonra,caddeye çıkıp ilerlediğimde beni Kemeraltı Caddesi bekliyor. St. Benoit Lisesi’ne ev sahipliği yapan caddede aynı zamanda,1427 yılında Benedikt keşişlerinin inşa ettiği St. Benoit Kilisesi’ni kurdukları zaman yapılmış çan kulesiyle göze çarpan, lisenin hemen yanında külah biçimindeki kubbesi ve çıkıntılı kemerleriyle geleneksel Ermeni mimarisini yansıtan Ermeni Katolik Surp Hisus Pirgiç Kilisesi yer alıyor.

Galata’ya çıkmadan önce Karaköy Meydanı tüm ihtişamıyla merhaba diyor. 1920’li yıllarda İtalyan mimar Giulio Mongeri tarafından Bizans, Selçuk ve Osmanlı mimarilerinden etkilenerek inşa edilen Karaköy Palas bugün Halkbank ve Yapı Kredi Bankası’na hizmet ediyor. Dünyanın en eski 2. yeraltı toplu taşıma sistemi olan tarihi fünikülere binip kendimi Tünel’e bırakıyorum.

3

Beyoğlu’nun esrarengiz gizemi, her şeyin bu kadar ulaşılabilir olduğu dünyada bile var olmaya devam ediyor. Mistik bir ambiyansı olan Beyoğlu’ndan İstanbul’u izlemek için en doğru adres olan Galata Kulesi’ne yürüyorum. Arnavut kaldırımlı sokaktan geçerken, tarihle birleşen bu şehrin kokusunu içime çekiyorum. Kulenin terasına çıkıp İstanbul Boğazı ve Haliç’i ayaklarımın altına alıyorum. Turuncudan kızıla boynan günbatımını izledikten sonra, Meşrutiyet Caddesi’ne doğru gidiyorum. Beni bu kez 1881 yılında Alexandre Vallaury tarafından tasarlanan harika bir taş bina bekliyor. 19. yüzyılın Neo-Rönesans stiline örnek verilecek en iddialı konaklarından biri olan ve bugün Galata Antique Hotel olarak hizmet veren bu bina insanın nefesini kesiyor. Vintage ve modern izleri buluşturan odamda biraz dinlendikten sonra, adından da söz ettiren otelin terasına çıkıyorum ve İstanbul, şuan ayaklarımın altında... Sıcak çikolatamı yudumlayıp Tarihi Yarımada’nın büyüsüne kapılırken sizi, bu manzaranın hayaliyle başbaşa bırakıyorum.

Cookies allow us to offer our https://jabiroo.com/ website and our services more effectively. For more information about cookies, you can visit our Cookie Policy.