Yazan: Güney Mermer
Jabiroo Blog’da sık sık dijital göçebelik, yurt dışında yaşam ve bilinçli evsizlik gibi seyahat odaklı konulardan dem vuruyoruz. Bu konular bizim de gündemimizde geniş yer kaplıyor çünkü modern zamanlarda insanlar, yaşadıkları yerlerden; kendilerine biçilmiş rollerden sıyrılarak, hiç bilmedikleri yerlere gidiyor ve kendi deyimleriyle “rutinden kaçmak” istiyorlar.
Peki nedir bu kaçış hikayesinin özü? Bir anda ne oldu da herkesten ve her şeyden kaçmak ister olduk?
Kronik yorgunluktan mutsuzluğa
İstanbul’da yaşıyorsanız ve evinizle işiniz arasındaki mesafe uzunsa her sabah ve her akşam deyim yerindeyse sistematik bir işkenceye dönüşür. Arabayla yola çıksanız trafiğe saplanır, trafikten kaçmak için toplu taşıma araçlarına yönelseniz balık istifi yolculuk etmeye razı olursunuz. Gel zaman git zaman, her mesai gününün sonunda kendinizi bir meydan savaşından çıkmış gibi hissetmek, katmerlenir ve tümörden farksız bir mutsuzluğa dönüşür.
İşin en ironik yanı da dinlenmek ve yenilenmek için sahip olduğunuz kısıtlı zamanları bile kaygı ataklarına kurban vermektir. 48 saatle sınırlı hafta sonu tatillerinde, halledilmesi gereken işleri mi halletsem; kişisel bakımımla mı ilgilensem ya da sevdiklerimle mi sosyalleşsem diye bolca kaygılanıp nihayetinde kendinizi TV karşısında kanepede yatarken bulmak işten bile değildir!
Vaktiyle bu yıpratıcı kaygı sarmalından kaçan biri olarak, benim kaçışımı tetikleyen şey yaşadığım ciddi bir sağlık sorunu idi. Ancak rutini kırıp dijital göçebeliği seçmek için sağlığını kaybetmeyi beklemeyecek kadar cesur gezginler de var. 1 seneyi aşkın süredir Asya’nın çeşitli ülkelerinde serüvenine devam eden dijital pazarlama uzmanı Zeynep Gabralı kendini yollarda bulmasının sebebini şu cümlelerle anlatıyor: “Oturup uzun uzun düşünmedim hiç, bir sabah kalktım mutsuz olduğumu ve artık bunun bu şekilde gitmeyeceğine karar verdim. Kadın yönetici olarak Türkiye’de çalışmanın zorlukları, ego savaşları ve rutin hayattaki mutsuzluk nedeniyle gitmeye karar verdim. Bana göre her kaos bir kırılma noktasıdır ve sonrasında iyi şeyleri karşımıza getirir.”
Maskeli balo etkisi
Kabul edelim toplumun herkesin omuzlarına yüklediği bazı roller var. Bazılarımızın oynaması gereken rol asla renk vermeyen sert bir yönetici iken, bazılarımız daima şefkatli bir anne rolü için biçilmiş kaftandır. Kimilerimiz her şeye yetebilen ideal bir eş olarak rolünün hakkını vermeye çalışırken, kimilerimiz de sosyal medyada istikrarlı şekilde “kusursuz”u oynar. Ve birçok insanın kendini yollara vurmasının altında aslında bu rollere ait olmadıklarını düşünmek yatar.
Bir zaman sonra bu “maskeli balo”nun sahteliğinden sıkılanlar, yola çıktıklarında kendilerini yeniden doğmuş gibi hissederler. Çünkü ait olmadıkları yerlerde, kendilerini ve büründükleri rolleri hiç tanımayan insanların arasında olmak aslında kendileri olabilmek için ideal koşulları yaratır. Tıpkı “Eat, Pray, Love” filminde Elizabeth Gilbert karakterinin, bir gece ansızın ideal eş / kusursuz şehirli kadın rollerinden bıkıp her şeyi geride bırakarak soluğu İtalya’da almasında olduğu gibi…
Peki kaçmadan kurtulmak mümkün mü?
Elbette sürekli seyahat etme, göçebe gibi yaşama ya da yılın bir kısmını evde diğer kısmını bambaşka diyarlarda geçirme fikri kesinlikle şahanedir! Ancak bedeninizi yeryüzündeki bir koordinattan diğer bir koordinata taşımak kendi kafamızdaki bu kaygı sarmalını kırmak için yeterli mi dersiniz?
Şahsen tanıdığım, çıktıkları seyahatlerde muhteşem fotoğraflar çekip sosyal medyada paylaşan ancak kronik mutsuzluğunu daima yanında taşıyan insanlar varken bu soruya “Evet” yanıtını vermek pek kolay değil. O nedenle malum soruyu tersten sormanın tam yeridir: Fiziksel olarak bir şeylerden / bir yerlerden kaçmadan zihnimizdeki kalıplardan kurtulmak mümkün olabilir mi?
Belki oturduğum koltuktan kımıldamadan renkli içsel yolculuklara çıkmama yardımcı olan bu ipuçları size de yardımcı olur:
- Nerede yaşarsan yaşa köklerinin doğadan geldiğini unutma. Beton semtlerde, camdan kulelerde yaşasan bile her gün gelişimini takip edeceğin en azından bir saksı çiçeğin olsun. Bu senin nereden geldiğini unutmamana yardımcı olacaktır.
- Basit yaşamaya çalış. Şehrin ve rutinin sana yüklediği mutsuzluğu satın alarak gideremeyeceğini unutma. Çok satın almak ve çok eşyaya sahip olmak, zamanla o eşyalara hizmet etmene neden olur. Bu yüzden az ve öz almaktan vazgeçme.
- Her anın tek ve eşsiz olduğunu unutma. Gittiğin bir yerde fotoğraf çekeceğim diye o anın ruhunu ıskalama. Her şeyi ama her şeyi anı belleğine kaydetmeye çalış.
- Mümkünse haftanın bir günü, birkaç saatliğine de olsa hiçbir ekrana bakmadan çevrimdışı kal. Bu süreçte nefes al, gözlemle, düşün, oku, odaklan, dinle ve yaz. Zamanın nasıl yavaşladığına, zihninle yapacağın renkli yolculuklara sen bile şaşıracaksın!
- Herkesin baktığı yere bakmaya, herkesin gittiği yoldan gitmeye çalışma. Hafta sonunda ya da tatil günlerinde sosyalleşmek istemiyorsan, yalnız kalıp o duygunun tadına var. Sırf başkaları istiyor diye olmak istemediğin yerlerde olma. Ruhunun o an neye ihtiyaç duyduğunu en iyi sen bilebilirsin.