YAZAN: Nur Başnur
‘’Hayat Bir Tiyatrodur. Maskeleri Takmak Zamanı’’ Venedik Karnavalı’nın 2012 yılı temasıydı. 1720 yılından bu yana hizmet veren Caffe Florian’da çay içerken tanıştığım iki Alman arkadaştan dinliyorum ‘’Bu yıl festival komitesi bu temayı belirledi. Karnaval’a ben Münih’ten, arkadaşım Frankfurt’tan katılıyoruz. Ben komedya oldum, arkadaşım tragedya… (Cidden kostümlerine dikkat kesilince, birinin rengarenk diğerinin koyu ve derin renklerde kostümler giyip makyaj yaptığını ayırt ediyorum) Her yıl geliyoruz. Kendi kostümlerimizi belirlenen temalara göre seçiyor ve dikiyoruz. Bu kostümlerin vücuda tam oturması çok önemli‘’ diyor, neşeli sesi, Venedik soğuğunda buz kesmiş elleriyle heyecanını paylaşıyor.
1200’lere tarihlenen ve bir tür, kıştan bahara geçiş kutsaması olan -nitekim aynı günlerde bizim kültürümüzde de ilk cemre düşüşüyle bahar kendini hissettirir- karnaval, bugün arkaik anlamının çok ötesinde bir boyuta ulaşmış. Dondurucu soğuğa kulak asmayan Venedikli, İtalyan ya da dünyanın çeşitli ülkelerinden gelmiş binlerce insan; 4-21 şubat tarihleri arasında bu çok iyi korunmuş tarihi doku içinde yiyor, içiyor, eğleniyor, aşk yaşıyor… Karnaval süresince dört grup insan gözledim; ilk grup, cidden artistik bir yaratıcılık ürünü olan kostümleriyle karnavala katılan Venedik’in yerli ahalisi, ikincisi aynı titizlikle hazırlanarak her yıl dünyanın çeşitli köşelerinden gelen ‘’karnavalcılar’’, üçüncüsü bütün bu şöleni kaydedip belgelemeye çalışan profesyonel ve/ya amatör fotoğrafçılar ve son olarak da 24 saat yaşayan karnaval kentinde para kazanan Venedikli esnaf…
Akdeniz’in Yaşsız Prensi…Venedik
Akdeniz’in prensi sayılabilecek bir kent, Venedik. Geçmişinden gelen zenginliği, denizcilik ve ticaretteki maharetini bugün turizm ve sanata kaydırmış zamane soylusu bir kent. Yüzlerce adacık ve kanal üzerine kurulu Venedik’te dört yüz köprü olduğu iddia edilse de benim deneyimlerim köprü sayısının daha fazla olduğu yönünde... Kent; başta San Marco olmak üzere yedi bölgeden oluşuyor. Yedi bölge deyince Paris’in yedi bölgesi gibi bir şey gelmemeli akla, bir uçtan bir uca iki buçuk-üç saatte yürünebilen bir yüzölçümünden söz ediyoruz. Bir şehir hem bu kadar küçük hem de bu kadar yoğun olabilir. Gerek mimari ve tarih, gerek sanat ve yaratıcılık gerekse moda ve şıklık konusunda en ufak bir hayal kırıklığına yer yok. Bu duruma bir de İtalyan mutfağının lezzet halleri eklenince, insanın hazdan çığlık atası geliyor.
Karnaval Sponsoru ‘’Bellini’’ ve Lezzet Durakları…
İtalya’ ya gidip de lezzet konusunda mutsuz olmak neredeyse olanaksız. Bu kural Venedik’te de geçerli. Bir Venedik klasiği olan Harry’ s barda hazırlanan votka martini ve karnavalın resmi sponsorlarından ‘’Bellini’’ barın klasikleri haline gelmiş. Orient Express’ den esinlenilerek yapılmış vagon şeklindeki Trattoria do Forni tüm tavsiye ve övgülere karşın beni etkileyen bir restoran olamadı. Kum midyeli pasta ve deniz mahsullü risotto, lezzetli olmalarına karşın gereksiz pahalıydı… Buna karşılık; San Marco Meydanı’nın hemen arkasında Madonna sokaktaki Trattoria da Pemigıo’ da yediğim kerevizli ahtapot salatası, sıcak servis edilen enginar, közlenmiş patlıcan, deniz kabukları içinde servis edilen yengeç eti, tek kelimeyle muhteşemdi. Buna garsonların ustalığı, şarabın lezzeti ve makul gelen faturayı da ekleyince Venedikliler’ in neden cumartesi öğle yemeği için burayı doldurduklarını anlamak zor olmadı. Yine ara sokaklarda yer alan esnaf lokantası Osteria da Luca’yı da anmadan geçemeyeceğim.
Karnaval’ ın Kaçınılmaz Dörtlüsü…
Venedik’te acaba bugün ne yapsam diye bir soru çok anlamlı değil… Peggy Gugenheim Müzesi’nde modern sanatın seçkin örneklerini izlemekten, Ca’d’Oro’ da klasiklerine gitmeye ya da güncel sanat eserlerinin sergilendiği Bienalle binasına kadar sanatla buluşmak konusunda sınırsız seçenek var. Daha resmi olmayan buluşmalar için ara sokaklardaki modern sanat galerileri, antikacılar, tasarım dükkanlarında hem keyifli hem kaliteli zaman geçirmek mümkün. Murano; Burano ve Lido adalarını gezmek, Büyük Kanal üzerindeki Rialto köprüsü çevresinde 1200’lerden beri kurulan pazarda aylak aylak dolaşıp, kanal kıyısında bir lavazzo içmek… Il Prato adlı zincir mağazalardan; kağıt hediyelikler, özel tasarım Murano cam objeler almasanız bile keyfini çıkarmak için uğranmalı.
Ancak karnaval zamanı Venedik’te ille de yapılması gereken dört şey var; ilki sadece karnaval dönemlerinde mayalı hamurdan yapılan Feritelli adındaki şahane tatlıdan yemek, ikincisi her akşam bir Venedik Palazzo’ sunda gerçekleştirilen kostüm partisine katılmak ( ben Palazzo Calle Bensone’de cidden etkileyici bir kostüm partisine katıldım), diğeri ticari gibi görünebilecek olsa da opera severler için keyif vaat eden yine bu görkemli palazzoların her bir salonunda bir perdesi canlandırılan bir opera gecesi yaşamak (ben Rigoletto’yu izledim) dördüncüsü ise gün doğumunda San Marco Meydanı’na giderek, o büyülü doğal dekorun içinde pozlarını veren, kostümlü maskeli Venedik ruhlarını izlemek. Yaşsız, zamansız bu ruhların; nerden gelip nereye gittiğini anlamak mümkün değil, yaşanan zaman kırılması içinde sanki Venedik’ e uğrayıvermiş gibi görünen bu animelerin ardında nelerin olup bittiği ise tam bir sır. Kadın kılığındaki erkekler, genç hareketlerle sana yaklaşan yaşlılar, Avrupalı görünümündeki Doğulular ya da tam tersi haller… hepsi bir maskenin arkasındaki sır…